30 Ağustos 2018 Perşembe

İzmir’den Uşak’a Yunan Harekâtı (1919-1922)

Mehmet Varış


30 Ekim 1918, Mondros Mütarekesi’yle birlikte Osmanlı İmparatorluğu parçalanmış ve yıkılmıştı. Ümide gerçekten pek az yer vardı. Hemen hemen sekiz yıllık sürekli bir savaşla bitkinleşmiş, bir zamanların büyük Osmanlı İmparatorluğu yenilerek sırt üstü yere serilmiş, başkenti 13 Kasım 1918’de işgal edilmiş, I. Cihan Harbi’nde liderlik yapmış Talât, Enver ve Cemal Paşalar firarda idi. Ülke parçalanmış, yoksullaşmış, nüfusu azalmış ve maneviyatı kırılmıştı. Yenik ve şevki kırılmış Türk halkı ‘ galip devletlerin bütün isteklerini kabule hazır görünüyordu.
İtilaf donanmasının koruyuculuğu altında bir Yunan ordusu; 15 Mayıs 1919’da İzmir’e çıkınca, Türkler’in için için yanmakta olan öfkesi artık söndürülemez bir alev haline gelmişti. Yabancı milletlerin yaşadığı uzak illerin elden çıkarılması sineye çekilebilirdi; hatta İstanbul’un işgaline bile katlanılabilirdi, çünkü işgalciler nihayet yenilmez Batı’nın muzaffer büyük devletleriydi ve askerleri er veya geç geldikleri yerlere döneceklerdi. Fakat komşu ve eski reayası bir ulusun yani Yunanistan’ın Türk Anadolu’nun kalbine çıkarılması katlanılamaz bir tehlike ve utanç idi.
İzmir kentinde ve bölgesinde önemli bir Rum nüfusu vardı. Daha 1919 Şubat ayında Yunan Başbakanı E. Venizelos, Paris’teki barış konferansında resmen İyonya üzerinde hak talebinde bulunmuştu. 2
İtalyanlar’ın da İzmir üzerinde, iptal edilen 1917 St. Jean de Maurienne Antlaşması’na dayanan iddiaları vardı. 3 İtalyanlar’dan önce davranmak için İtilaf devletleri, İzmir’e Yunan çıkarmasını kabul etmişlerdi. 15 Mayıs 1919 günü İngiliz, Fransız ve Amerikan savaş gemileriyle korunan bir Yunan ordusu İzmir’e çıktı; hunharca katliamlara başladı. 4 Şehri ve civar bölgeleri sistematik bir şekilde işgal ettikten sonra doğuya doğru, yani İç Anadolu’ya ilerlemeğe başladı. Yunanlılar daha başlangıçta geçici bir işgal için değil, daimî bir ilhak için Batı Anadolu’yu Ege’nin her iki yakasında kurulacak Büyük Yunanistan’a katmak ve böylece Megali İdea’ya, yani Hıristiyan Bizans İmparatorluğu’nun geçmiş ihtişamının ihyasına başlangıç için geldiklerini açığa vurdular. 5
Yunan Megali İdeası’nın Osmanlı Türk devleti için gösterdiği büyük tehdit, onu görebilenler için yeter derecede açıktı; Yunan işgalinin Türk halkı üzerindeki sarsıntısı, işgal ettikleri bütün yerlerde hissedildi. Türk tepkisi şiddetli ve ani oldu. İstanbul’daki işgal ordularının silâhları altında, büyük protesto mitingleri gizli direnme hareketinin ilk başlangıcı oldu. 6 Haziran’da Sultan Ahmet meydanında büyük bir kitle gösterisi yapıldı. 6 Anadolu’da küçük bir direnme gücünün Yunan kuvvetlerini durdurmak için başarısızca çarpıştığı Ödemiş’te, 28 Mayıs’ta ilk silâhlı çatışma vukua geldi ve Yunan ileri hattı boyunca gerilla savaşı birden alevlendi. 7 Türkler Yunan istila kuvvetlerine karşı ayağa kalkmaya hazırdı ve yalnız lider bekliyordu. O lider de 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkan Mustafa Kemal Paşa oldu.
Uzun yıllardan beri Türk halkı, imparatorluğun değişik yerlerinde savaştığı için, tekrar savaşmak istemiyordu. Genel kanı; “Bizi Yunanlılar hariç kim idare ederse etsin” şeklindeydi. 8 Mustafa Kemal Paşa halkı motive etmek için Erzurum ve,Sivas kongrelerini düzenlettirerek halkı belli bir ölçüde Kurtuluş Savaşı’na konsantre olmasını sağlamıştır. Fakat bu defa, ortada düzenli ordu yoktu. Ancak, 1920 yılının sonuna doğru 90.000 kişilik bir düzenli ordu kurmayı başarmıştır. İşte bu düzenli ordu 10 Ocak 1921’de I. İnönü, 1 Nisan 1921’de de II. İnönü savaşlarını yokluk, zorluk ve ümitsizlik içerisinde yaparak Anadolu’da Yunan ilerlemesini durdurmayı başarmıştır. İnönü savaşları var olmak veya yok olmak için yapılıyordu.
Osmanlı Devleti’nin ilk kurulduğu yer olan Söğüt, buralara uzak bir yer değildi. İşte buralarda bu defa Türk halkı var olmak için savaşıyordu.
28 Mart 1921’de II. İnönü Savaşı sırasında cepheye cephane taşıyan kağnı arabasını çeken iki öküzden biri takatsiz olması nedeniyle yolun ortasına yatmıştı. Bu yürümeyen kağnı arabasının arkasına kağnı arabaları, toplar ve kamyonlar kilometrelerce uzunlukta dizildi. Bu konvoy Pazarcık’la Söğüt arasında yer alan Mürsel Paşa tepesinden inerken dar zikzaklar da meydana geldi. Kağnının sürücüsünün öküzü dürtmesi, tekme atması, onu ayağa kaldırmaya kâfi gelmedi. Bu defa sürücü öfke ile öküzün kuyruğunu tutarak kuyruktaki kılları yolmaya başlamıştır. Sonra da kuyruğu ısırdı. Isırma işe yaramıştı. Öküz canlılıkla ayağa kalktı ve kağnı yürümeğe başladı ve arkasındaki kilometrelerce kuyruk da onu takip etmişti. Kağnı sürücüsünün yaptığı iş kendisini ve nesillerini düşman istilasından kurtarmak içindi. Çünkü cepheye mühimmat yetiştirilmezse savaş kaybedilebilirdi. Görüldüğü üzere, bazı hallerde bir öküz bile bir savaşın kaderini tayin edebiliyordu. 9
II. İnönü Savaşı ile istedikleri sonucu elde edemeyen Yunanlılar, Türklerin Aslıhanlar ve Dumlupınar’da yaptıkları savaşlarda henüz taarruz gücüne sahip olmadıklarını anlamışlardı. Üstün kuvvetlerle Türk ordusuna hemen yapılacak bir saldırı Yunan hedeflerini gerçekleştirebilirdi. Türkler’i saldıramaz, sonra da kendilerini koruyamaz duruma getirmek için Ege bölgesini de aşıp İç Anadolu’ya doğru yürümek gerekiyordu. Bu amaç gerçekleştirilirse TBMM Hükümeti çöker, Anadolu’nun batısında kesin Yunan egemenliği kurulabilirdi.
Yunan ordusu yeni askere alınanlarla iyice büyütüldü, malzeme, araç gereç bakımından tam anlamı ile mükemmel duruma getirildi. Nihayet 10 Temmuz’da büyük bir cephe üzerinden Yunan saldırısı başladı. Bu cephe, İnönü’den Afyon dolaylarına kadar uzanıyordu. 25 Temmuz 1921 ‘de sona eren büyük Yunan saldırısı sonucunda yurtta büyük bir karamsarlık doğdu. Yunanlılar’ın yeniden saldıracakları kesindi. TBMM kendi yetkilerini geçici olarak, 5 Ağustos’ta l0 çıkardığı bir kanunla Mustafa Kemal Paşa’ya üç ay süre ile olağanüstü yetkiler verdi. O, bu süre içinde başkomutan olacak ve kararları aynen TBMM’nin koyduğu yasalar gücünü taşıyacaktı.
Başkomutan ulusu fedakârlığa çağırdı. 7-8 Ağustos’ta yayımladığı “Tekâlif-i Milliye Emirleri” (Ulusal Yükümlülük Buyrukları) ile Başkomutan ulustan şunları istiyordu: Halkın ve tacirlerin ellerinde bulunan yiyecek ve giyecek maddelerinin yüzde kırkı, bedelleri sonradan ödenmek üzere orduya verilecekti. Öküz ve at arabalarının yüzde onu, binek ve taşıt hayvanlarının yüzde yirmisi teslim edilecekti. Halkın elindeki bütün silâh ve cephaneler, üç gün içinde yetkililere teslim edilecekti. Yurttaki bütün teknik araç ve gereçlerin de yüzde kırkına el konulmuştur. Yurttaki teknik elemanlar tümüyle ordu hizmetinde çalışacaktı. Her aile birer çamaşır, birer çift çorap ve çarık hazırlayıp orduya verilecekti.”
Türk tarafı bu önlemleri alırken, Yunanlılar 14 Ağustos sabahı güçlü birliklerle ilerlemeye başladılar; onları oyalamaya çalışan Türk kuvvetlerini önlerine sürerek 23 Ağustos’ta Sakarya ırmağına eriştiler. Asıl savaş işte o gün başladı.12
Sakarya ırmağı Anadolu’nun en büyük üç akarsuyundan birisidir. Kıvrım yaparak çıplak ovalardan geçip kuzeye doğru yönelir. Kayalıkları ve dar boğazları katederek denize dökülür. Bu ırmak Ankara ve Yunanlılar arasında son tabiî engeldi. Türk-Yunan Savaşı Anadolu’da başladığından beri ilk defa Türk ve Yunan askerî güçleri birbirlerine yakındılar. Yunanlılar’ın cephe boyunca 50.000, Türkler’in ise 44.000 askeri vardı. Ne var ki, bu defa Yunan istihbarat örgütü iyi bir şekilde gizli haberleri alabiliyordu.
Yunan saldırı plânı, kendi Genelkurmayı tarafından onaylanmıştı. Yunan saldırısı Türkler’in hiç ummadıkları yerden yapılmasını öngörüyordu. 10 Ağustos’ta saldırıya geçen Yunan ordusu, güney düzlüklerine yöneldi, sonra da aniden kuzeye döndü. Fakat plân hayali idi, çünkü keşifleri hatalıydı. Bu nedenle Yunan kuvvetleri kuzeyde fazla ilerleyemedi. Bu defa ön cepheden saldırdılarsa da, Türkler beklenmedik bir kuvvet ile bu saldırıya karşı koydular. Savaş çok şiddetli bir şekilde yirmi iki gün gece ve gündüz devam etti. Modern tarihin gerçekten meydan savaşıydı. Mevziler ve tepeler her iki tarafın saldırılarıyla devamlı el değiştirdi. İlk on gün içinde Yunanlılar Sakarya Nehri’nden doğuya doğru 11 mil toprak kazandılar. Savaş kuzeyden güneye değil, daha çok doğudan batıya uzanan saha içerisinde yoğunlaştı. Mustafa Kemal Paşa’nın karargâhı Alagöz’de idi. Cephelerde azalan askerlerin yerine azalmakta olan yedek kuvvetleri sürüyordu. Savaşın vahşiliği ölçüleri aştı, binlerce kişi öldü. Her iki tarafın tümenleri yok oldu veya tabur düzeyine indi ve sonra da bölüklere kadar küçüldü.13
Türk subayları inanılmaz bir hızla düşmana ön saflarda saldırıyordu. Nitekim, yedi tümenin komutanı yakın dövüşte şehit oldu. Yunan lojistik desteği kötü bir şekilde sekteye uğradı. Yemek olarak kuru mısır tanesi veriliyordu. Gün bugün Ağustos ayının yakıcı sıcağında Yunanlılar inatla saldırıyordu. Türkler cansiperane bir şekilde mukavemet ediyorlardı. Her taraf insan ölüleriyle doluydu. İki ordu takatsiz kalıncaya kadar savaştılar. Kesintisiz üç hafta boğuşmadan sonra Yunanlılar’dan on sekiz bin kişi ölürken, Türkler’in zayiatı da bir o kadardı. İki ordu da hareketsiz bir şekilde stres altında beklemeye başladılar.
Yunan ordusu stratejik bir tepeden geriye doğru yeis içinde çekilmeye başladı. Bu an, Türk Başkomutanı’nın beklediği bir fırsattı. Bir içgüdüyle bütün ordusuyla Yunanlılar’ın üzerine saldırdı ve onların başlıca aşılmaz müdafaa yerlerini aşıp geçti. İkinci Yunan müdafaa hatlarındaki Yunan askerleri yerlerini terke başladılar. Akabinde Yunan taburları domino taşları gibi düşüyordu. Bu haber İzmir’deki Yunan karargâhına ulaştığı zaman, karargâh subaylarının morali, acı sonu gördükleri için bozuldu. Prens Andrew, General Populas’ın öfkeli bir asil gibi çadırının bir köşesine çekildiğini ve hiçbir kişi ile konuşmak istemediğini müşahade etti. Yunan kuvvetleri geri çekilirken uzun geri çekilme esnasında her Türk köyünü bitkin ve çılgın Yunan askerleri ateşe veriyordu. ‘4 Esas harekât, saldırı hattı olan Afyon – Karahisar – Eskişehir hattına, kendilerince belirlenmiş kıvrık ve tozlu bir yoldan, 12 Eylül’e kadar sürdü. Kral Konstantin ve İzmir’deki yüksek karargâhının Atina’ya dönmek ve İzmir’i boşaltmaktan başka çareleri yoktu. Bunlar Atina’da soğuk bir istihfafla karşılandı. Halbuki Ankara’daki tepki tamamen farklıydı. Türkiye Büyük Millet Meclisi sevinç ve memnuniyetten deliye döndü. Mustafa Kemal Paşa’ya oy birliği ile Gazi şeref unvanı tevcih edildi. 15 Mebuslar dalgaların yön değiştirdiğini hissettiler. Anadolu, yani Türk kalbi emniyet altındaydı. Yunanlılar’ın Anadolu’dan tamamen kovulması anlık bir meseleydi.
Sakarya Savaşı’ndan sonra Türk ordusu eksiklerini gidermek için geniş çaplı bir hazırlığa girişti. TBMM’de: “Bu ordu, hantal Yunanlılar’a karşı saldırıya girişemez” tenkitleri yapılıyordu. Bunları, Mareşal Fevzi Çakmak verdiği cevaplarla susturmaya çalışıyordu. Diğer yandan da Ankara’daki Sovyet diplomatı İ. Aralov ve Fransız diplomatik temsilcisi Albay Maugin Yunanlılar’a saldırılması için Türkler’i sürekli kışkırtıyordu. 16
Mustafa Kemal Paşa, bazı komutanların karşı çıkmalarına karşın, Temmuz sonlarında savaş sahasını gezdikten sonra, 26 Ağustos 1922’de tüm cephelerde genel saldırıya geçilmesi emrini verdi. Yalnız, II. Ordu Komutanı General Yakup Şevki Paşa ve yüksek rütbeli bazı subaylar, lojistik malzeme yetersizliğini öne sürerek genel saldırıya geçilmemesini öneriyorlardı. Askerî bir deha olan Mustafa Kemal Paşa, 26 Ağustos 1922’de tüm cephelerde genel saldırıya geçme emrini verdi. l7 Yalnız, Türk saldırısının plânları Mustafa Kemal, Fevzi Çakmak ve İsmet Paşalarca hazırlanmıştı. İngiliz istihbaratı, bu plânları önceden öğrenmişti. Bunu Yunanlılara neden bildirmedikleri sorusu hâlen çözülmüş değildir.
Yunan süvari birliklerinin tüm savaş alanını kontrol edemediği bir sırada, Türkler İtalyan yapımı Spad uçaklarını kullanarak Yunan ordularını gafil avlıyor, geri çekilmeye zorluyor ve Afyon Karahisar’ı ele geçiriyordu. 26 ve 27 Ağustos günlerinde, iki gün içerisinde, Afyonkarahisar’ın güneyinde 50 km ve doğusunda 20-30 km uzunluktaki takviyeli Yunan cepheleri düşürüldü. l9 Yenilen düşman ordusunun büyük kuvvetleri 30 Ağustos’a kadar Aslıhanlar yöresinde çevrildi. 30 Ağustos Başkomutanlık Harbi ile de düşman ana kuvvetleri yok edildi ve esir alındı. Yunan ordusu Başkomutanlığını yapan General Trikopis de Uşak, Çal köyde esir alındı. Kesin sonuç beş günde alınmıştır.
31 Ağustos 1922 tarihinde Türk orduları İzmir’e doğru ilerlerken, diğer birlikleri de Yunanlılar’ın Eskişehir ve kuzeyinde bulunan kuvvetlerini yenmek üzere ilerliyordu. 20
Türkler’le dostluk ilişkileri kuran bir Yunan piyade birliği, Türkler’e karşı savaşmaktan vazgeçiyor, yüzlerce Yunan er ve subayı ordudan kaçarak Türk milis gücüne teslim oluyordu. Bu savaşa karşı Pire limanında gösteriler yapılıyordu. 21 Yunanistan için durum o kadar bunalımlı bir evreye gelmişti ki, Yunan devlet yöneticileri daha iyi şartlar sağlamak umuduyla 2 Eylül’de İngiliz yönetimine başvurarak, Yunan ordusunun Küçük Asya’yı boşaltabilmesi için bir ateşkes antlaşması sağlanmasını istiyordu.22
Diğer yandan Türk fırkaları dağınık Yunan kuvvetlerine taarruza devam ediyordu. Türk kuvvetlerinin seri yürüyüşle Uşak’a vasıl olmaları, düşmanın Uşak’ta sivil halka karşı bir kötülük yapmasına meydan verilmemesi için çalışılıyordu.
Kolordu fırkalarının ve teşkil edilen mürettep süvari alayının taarruzlarıyla Uşak akşam 19.30’da Türk süvarileri tarafından istirdat edildi.
2 Eylül’de 14. Fırka, Uşak’ın kuzeyine çekilmek isteyen Yunan kuvvetlerle taarruz ederek telefat verdirip esir almıştır. Yunanlılar İzmir’e doğru kaçarken köyleri yakıyor, tahrip ediyordu. 23
İzmir önünde son direnişte bulunarak kolorduların kalıntılarından bazılarını kurtarmayı umut eden Yunan yönetimi. General Hacıanesti’yi başkomutanlıktan uzaklaştırarak yerine General Trikopis’i atama kararı aldı. Fakat bundan habersiz olan Trikopis, bu sıralarda Çal köyde Türklerce tutsak edilmişti. 24 Yunan ordularının başkomutanı, atandığını ancak M. Kemal Paşa’dan öğreniyordu. Öteki Yunan generallerinden Digenis de Türkler’in eline tutsak düştü. Bu generallerin Türklere esir edilmeleri, Yunan yönetimini büyük ölçüde etkiledi ve Atina’da bir ihtilâl havası esmeye başladı. 25
9 Eylül 1922’de Türkler İzmir’e vardı. Eylül ortalarına doğru tüm Anadolu Yunanlılar’dan kurtuluyor; böylece Yunanlılar’ın Megali İdeası Misak-ı Milli’nin gücü önünde dize geliyordu. Bu büyük Türk zaferi Anadolu’nun her yanında kutlanırken, bir zamanlar Rum toplumunun refah içinde Türklerle birlikte yaşadığı, fakat şimdi Yunan ordusunca yıkılan veya tamamen yakılan köylerin duman kokan yıkıntıları arasında geride bırakılmış yaşlı Rum kadınları ellerini göğe kaldırarak İngiliz Başbakanı Lloyd George’a: “Kako hrano na his Georgis” (Sana lanet olsun Loyd Core) çığlıklarıyla lanetler yağdırıyorlardı. 26
Uşak bozgunundan sonra Fevzi Paşa’nın komutasındaki Türk askerlerinin peşlerine düştüğü Yunanlılar’ın nasıl kaçmaya koyulduklarını, sekiz günde 250 kilometre yol aldıklarına tarih şahit oldu. 27
Yunan Dışişleri Bakanı, 8 Eylül günü Atina’daki İngiliz, Fransız, İtalyan ve Amerikan elçiliklerine şu kısa çağrıda bulundu: “Anadolu limanlarına acıklı bir durumda 500.000’den fazla göçmen geldi. Yunan Hükümeti kendilerine gereken toprağı verebilir ama onun elinde gemi, gıda ve çadır yoktur. Yunan Hükümeti, insanî bakımdan yardım istiyordu”.
Bu yarım milyonluk rakamda biraz mübalağa vardır. Şurası bir gerçektir ki, Anadolu’daki Rumlar kıyılara dökülmüşlerdi. Anadolu, Rumlar’dan ebediyyen temizleniyordu. Rum unsuru kendiliğinden boşalmıştı. Anadolu Rumları da Hıristiyan Bizans İmparatorluğu’nu diriltmeye ya da bir “İyonya Devleti” kurma emellerine veda ediyorlardı. Boşalan bu kitlenin üçte bir kadarı yani 150.000’i Anadolu’nun yerlisi değildi. Bunlar Anadolu’da Yunan kolonizasyon politikası uyarınca, 1919’dan sonra buralara dışarıdan getirilip yerleştirilmişti. Güney Rusya’dan, Adalardan, Yunanistan’dan toplanıp getirilen bu kolonizatör göçmenler, şimdi gerisin geriye dönüyorlardı. Göçmenlerin 35.000 kadarı Osmanlı vatandaşı olduklarını unutarak Yunan işgal orduları saflarında Türkler’e karşı fiilen savaşmış ve eziyet etmiş kimselerdi. 28 Bunlar da bazen kendiliklerinden ve bazen de Atinalı büyüklerinin telkinleriyle Anadolu’da oturabilme haklarını zaten yitirmişlerdi. Geriye kalanların bir kısmı da, daha bir iki ay önce Türkler’in Kuvay-ı Milliyesi’nden esinlenerek “İyonya Devleti” ordusu için gönüllü yazılmışlardı. 100.000 kişilik bir “Mikroasiya” Rumları ordusu kurmaya çalışıyorlardı. 29 Fakat umdukları devlet kuşunu bulamadıklarını ve bulamayacaklarını anlayıp kıyılara dökülmüşlerdi. Göçen yığınlar arasında üç küsur yıllık Yunan işgali boyunca pek şımarmış ve Türk komşularına kan kusturmuş olanlar da çoktu.
Büyük Zafer’in etkileri çabuk ve kesin olmuştu. Yunanistan’da ihtilâl patlak verdi. Anadolu macerasından sorumlu tutulan altı Yunan devlet adamı idam edildi. Yunan Prensi Andrew, bir İngiliz zırhlısıyla kaçtı. Bizans imparatorluğu tahtına özenen Yunan Kralı Konstantin Atina’daki tahtından bile oldu. 30 Büyük Zafer Osmanlı İmparatorluğu’na son verdi, fakat Yeni Türkiye, küller ve yıkıntılar altından fışkırdı.
Türk orduları İzmir’e ulaştıktan sonra Bursa’ya yöneldi. Durumun vehametini gören Yunan yanlısı Galli Lloyd George’un Hükümeti, 15 Eylül’de Dominyonlardan Yunanistan, Yugoslavya ve Romanya’dan muhtemel Türk saldırısına karşı İstanbul ve Çanakkale boğazlarının savunulması için yardım istedi. 16 Eylül’de İngiltere Hükümeti resmî bir tebliğ yayımlayarak endişelerini şu şekilde dile getirmiştir : “Kemalist orduların İstanbul ve Çanakkale’ye yönelmeleri ve Ankara Hükümeti’nin istekleri eğer kabul edilecek olursa, 1. Cihan Harbi’nin galibi olan İtilaf devletlerinin galebesi hiçbir anlam ifade etmeyecektir. Asya’yı Avrupa’dan ayıran bu derin tuzlu Türk boğazları Karadeniz’i Akdeniz’e bağlamakta olduğu için, dünya, Avrupa ve İngiliz çıkarlarını ilk hedefte etkilemektedir. İngiltere Hükümeti bu küçük fakat mühim Türk Boğazları’nın savunulması için yardım istiyordu. Fransa, Türk Boğazları’nın savunulması fikrinde İngiltere ile aynı görüşte değildi. Boğazlar’da geliş-gidişin serbest olması için gereken her şeyin yapılmasını istiyordu. Fakat İngiltere’nin Türkler’e karşı bu politikasının sonucu bütün İslam ülkelerini etkileyeceği kanısında idi. 31
18 Eylül’de Fransa, askerî güçlerini Çanakkale ve etrafından çekme kararını verdi. İtalya, Fransa’nın davranışını uyguladı. Böylece İngilizler Türkler’le karşı karşıya kaldılar. İngiltere, dominyonu olan Avustralya ve Yeni Zelanda, İngiltere’nin istekleri doğrultusunda asker göndermeyi kararlaştırdılar. Yugoslavya ve Romanya asker göndermeyi reddettiler. 19 Eylül’de Amerika Birleşik Devletleri Türk Boğazları’nda çıkarlarının farkında olduğu halde bir davranışta bulunmayı kabul etmedi.
Lord Curzon, 19 Eylül’de Paris’e gitti. Orada R. Poincare ve Count Sforza ile görüştü ve Doğu sorununun çözümü için konferans yapılmasını kararlaştırdılar.32 Bu konferansa Fransa, Büyük Britanya, İtalya, Japonya, Romanya, Yugoslavya ve Türkiye’nin temsilci göndermeleri kararlaştırıldı. Rusya ve vassalların davet edilmemesi, yalnız Boğazlar meselesinin çözümü için İtilaf devletlerinin istediği doğrultuda hareket etmek kaydiyle Rusya konferansa çağrılacaktı. Türkiye 23 Eylül’de konferansa çağrıldı. 33 Trakya Meriç ırmağına kadar Türkiye’ye bırakılacaktı. Konferans Mudanya’da galip Kemalistler ile mağlup Yunanlılar arasında ateşkesi sağlamak için yapılacaktı.
Sonuç: Türkler ile Avrupalılar 1356 yılında karşılaştıktan sonra ne Avrupalılar, ne de Türkler birbirlerini sevdi. Avrupalılar koyu Hıristiyanlık ile beyaz ırkın başat olduğu düşüncesi altında kendilerini üstün soy olarak kabul etmişlerdir ve hâlen lâikiz demelerine rağmen bu görüşlerini sürdürmektedirler.
David Lloyd George, Galli koyu bir Hıristiyan ve Yunan hayranıydı. Pire ve Atina’da iç barışı sağlamaktan aciz olan Sırplaşmış Yunanlılar’a Anadolu’da toprak vermeye çalışmıştır. Bunun başarılmayacağını başta 1919 ortalarında Büyük Britanya Dışişleri Bakanı olan Lord Curzon ve bazı yüksek düzeyde memurlar görmüşlerdir. Fakat bürokrat oldukları için ve işten uzaklaşma korkularından Başvekillerine etkili olarak seslerini duyuramamışlardır.
David Lloyd George, 1774’te başlayan “Doğu Sorunu”nu çözmeye kararlıydı. Türkler önce Balkanlar’dan, sonra da Arap yarımadasından da atıldı. Anadolu’dan da atılmak üzere iken Türkler’in başına askerî ve siyasî bir deha olan Mustafa Kemal Paşa geçti.
9 Eylül’de Türkler Yunanlılar’ı İzmir’de denize döktüler ve Türk ordusu Boğazlar’a yöneldi. Burada da sonu belli olmayan kanlı savaşlar olacaktı. Fakat aklı başında İtilaf devletleri İşgal Orduları Başkomutanı olan zeki Tümgeneral Charles Harington bu çatışmayı gayretle önledi.
Harington’a göre: “İstanbul Hükümeti’nin otoritesi İstanbul’da bile geçerli değildi. Yunan ordu mensupları Konstantin ve Venizeloscular diye ikiye bölünüp biri diğerine düşman gözü ile bakıyordu. Atina mali bakımdan tamamen iflas etmişti.
Mustafa Kemal Paşa ise Batılı devletlerden ümidini keserek Doğu’da yanmakta olan küçük bir ışığa yöneldi ve 16 Mart 1921’de Moskova Antlaşmas’ını imzaladı. Eğer Türkler Boğazlar’da tekrar sıkıştırılacak olursa, kendilerini Moskova’nın kucağına bu defa hiç kalkmamak üzere atabilirlerdi.” Tümgeneral’in görüşleri hak kazandı. Çünkü, zaten müttefikleri olan Fransa ve İtalya başta olmak üzere destek istediği devletlerden bir ikisi hariç Lloyd George umduğunu bulamadı. Böylece, sonunun nereye gideceği belli olmayan Türk Boğazları’ndaki kanlı savaş bu ileri görüşlü başkomutan ve onu destekleyen aklı başında kişiler tarafından önlendi.
Türkiye Misak-ı Millî ile iyi bir konumda yeni rejimini kurarak her sahada gelişme yolunda biraz yavaş ve aksaklıklar olsa da yoluna devam etmeye başladı. Türk Kurtuluş Savaşı yokluk ve çok zor koşullar altında başarılmıştır. Tarihte eşi yoktur.
Türkler’e bu vatanı kazandıran, başta Mustafa Kemal Paşa ve silâh arkadaşları olmak üzere bütün şehit ve gazilerin emeği çok büyük olmuştur. Onlara şükran borçluyuz. İkinci, üçüncü Cumhuriyet yoktur, yalnız birinci Cumhuriyet vardır.
İnsanlar geçmişlerini çok çabuk unuturlar. Şu noktayı akıldan çıkarmamak gerekir. Yunan askerî güçleri çekilirken çok ciddi çılgınlıklar yaptılar. Eskişehir, Uşak, Kütahya, Manisa, Aydın ve civarı ile Bornova yakınlarındaki Yaka köyünü bile yaktılar. Ayrıca bir çok köy ve kasabayı ateşe verdiler. Bursa ise, İtilâf kuvvetleri yöneticileri İzmir yangınından ders aldıkları için Bursa’nın Yunanlılarca yakılmasına mani oldular. İşte bu nedenle tek Cumhuriyet vardır. O da mevcut Türkiye Cumhuriyeti’dir.

Kaynak 

5 Mart 2018 Pazartesi

ULUBEY TARİHİ

Mehmet Varış

Ulubey ve çevresinde yapılan kazılarda bölgenin M.Ö. 4000 yılından beri yerleşim yeri olarak kullanıldığı bilinmektedir. Bölge önce Hititlere, daha sonra Friglere ve Lidyalılara geçtiği bilinmektedir.
Özellikle Lidyalılar döneminde Ulubey’in önemi daha da artmıştır. Lidyalılar kara ticaretini geliştirmek amacıyla yapmış olduğu kral yolu bölgemizden geçmektedir. Böylece Ulubey’deki ticari hayatta buna paralel olarak gelişmiştir.
Lidyalılardan sonra Pers ve Büyük İskender İmparatorluğu da bu bölgeye hakim olmuştur. Türklerden önce de bölge Bizanslıların yönetimi altında uzunca bir süre kalmıştır. 1071 yılında yapılan Malazgirt Savaşı’ndan sonra Anadolu’ya girişi hızlanan Türkler Ege kıyılarına kadar Anadolu’yu ele geçirmişlerdir.
İznik’te kurulan Anadolu Selçuklu Devleti bu bölgeyi aldıysa da I. Haçlı Seferi sonucunda bölge el değiştirerek Bizanslıların yönetimine geçmiştir. Anadolu’nun kaderini belirleyecek olan Miryakefalon Savaşı’nı Türkler kazanınca Ulubey yine Türklerin eline geçmiştir. Ulubey; Anadolu Selçuklu Devleti’nin zayıflamasıyla önce Karesioğullarına daha sonra Germiyanoğullarının yönetimi altına girmiştir.
Yıldırım Beyazıt Germiyan Bey’in kızı ile evlenerek Germiyanoğulları Beyliği’nin önce bir kısmı çeyiz olarak Osmanlılara katıldı. Daha sonra da Yıldırım Beyazıt kalan toprakları ele geçirerek bu bölgenin hakimi durumuna gelmişlerdir. Ankara Savaşı’nı kaybeden Osmanlı Devleti Fetret dönemine girmiştir. Bu dönemde beylikler yeniden kurulmuştur.
Bunlardan birisi olan Germiyanoğulları bölgeyi yeniden ele geçirmiştir. II. Murat döneminde, Germiyan Bey’i II. Yakup erkek çocuğu olmadığı için vasiyet yoluyla toprakları Osmanlılara kalmıştır. İ1530 tarihli Osmanlı kaynaklarında, Uşak’a bağlı köyler arasında geçen ‘‘Kiçi-Göbek’’ Ulubey’in ilk adıdır.
Bölge gelirleri Mekke ve Medine’nin ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla vakfedilmiştir. 1869 tarihinde faaliyete giren Alaşehir-Afyon tren yolu bölgenin ticari açıdan canlanmasına sebep olmuştur.
Bölgemizde yapılan halı ve kilimler tren yoluyla İzmir’e oradan da Fransa ve İngiltere’ye ihraç edilmiştir. Ulubey, merkezi bir noktada olmasından dolayı ‘‘Göbek’’ ismiyle anılmıştır. Ulubey’in bu stratejik özelliğinden dolayı Yunanlılar tarafından 20 Ağustos 1920 tarihinde işgal edilmiştir. Böylece kıyı ile iç kesimler arasındaki bağlantı tren yolunun ele geçirilmesi dolayısıyla kontrol altına alınmıştır. Ulubey 2 Eylül 1922 tarihinde Yunan işgalinden kurtarılmıştır.
Cumhuriyet döneminde çıkarılan Teşkilat-ı Esasiye Kanunu ile idari düzenlemeye gidilmiştir. Böylece Banaz, Sivaslı, Karahallı ve Ulubey Uşak’a bağlı kazalar haline getirilmiştir. 15 Temmuz 1953 tarihinde 6129 Sayılı Yasa ile Uşak’ın il olmasıyla Ulubey de ilçe oldu ve Uşak’a bağlandı. Bölgemiz tarihi eserler bakımından oldukça zengindir.
Bunlardan bazıları şunlardır:
1-İyon Tapınağı:M.Ö. 700/600 yıllarında Saka mezarlığı yakınlarında kalıntıları bulunan tapınak İyon mimarisi tarzında yapılmıştır. Perslerin Anadolu’ya hakim olduğu dönemde yıkılmıştır.
2-Yaver Deresindeki Kale/Manastır:M.Ö. 320-300 yıllarında yapılan kale Büyük İskender İmparatorluğu’nun parçalandığı dönemde yapılmıştır. Kale duvarında İyon Tapınağı kalıntıları kullanılmıştır. Kale iç içe geçmiş iki duvarlıdır.
Yapılan kazılarda, kaleden çıkarılan Hıristiyanlığa ait haçların çıkması buranın hem kale hem de manastır olarak kullanıldığı kabul edilmektedir.
3-Blaundos:Sülümenli Köyü’nün kuzeydoğusuna düşen bir yarım ada şeklinde çevresi dere ile çevrili arazi üzerinde kurulmuştur. Şehrin kuruluşu Helenistik çağda gerçekleşmiştir.
Makedonya’dan buraya gelerek yerleşenler kendilerine Makedonyalı Blaundoslar demişlerdir. Kendi adlarına para bastırmışlardır. Kalenin etrafı iki ayrı sur ile çevrilidir. Giriş kapısı dört köşe iki büyük kuleden yapılmıştır.
Kalenin girişinin dışında ayakta duran bir kemer vardır. Şehrin iç kısmında tapınak ve idari binalara ait yıkıntılar yer almaktadır.
4-Clanudda:Ulubey İlçesinin Çırpıcılar köyünde bulunan Helenistik, Roma ve Bizanslılar döneminde kullanılmış antik şehirdir. Kendi adına para bastırmıştır. Şehirde stadyum, tiyatro ve kilise kalıntıları yanında labit mezarlara ait kalıntılar bulunmaktadır.
5-Hasköy Asarı:Banaz Çayı üzerinde bir kanton görünümünde olan bölgede dik yamaçların üst kısımlarında büyük kaya mezarlığıdır. Köylülerce tahrip edilen resimler Hz. İsa’nın havarileri ve meleklere aittir. Hıristiyanların, Romalıların zulmünden kaçarak burada ibadet ettikleri sanılmaktadır.
6-Mais:İnay köyünde bulunan bu antik yerleşim yeri Roma ve Bizans dönemlerine aittir. Köyde görülen yazılı ve desenli taşların Mais Kentine ait olması muhtemeldir.
7-İnay Köyü Balçıklı Deresi:İnay’da demiryolu kenarında bulunan büyük bir höyüktür. Antik Yunan, Roma ve Bizans yerleşimi olarak bilinmektedir. Çevresinde şehir mezarlığı olup, tahrip edişmiş durumdadır. Bu yörede filler ve cüsseli hayvanlara ait fosiller bulunmaktadır.
8-Kervansaray (Han):İnay Köyü merkezindedir. 16. yy’da yapılmış tarihi bir yapıdır. Üzeri önceleri toprak örtülü iken sonraları kiremitle örtülmüştür. İçerisi kemerli bölmeler halindedir.


İstiklâl Harbinde Uşak’tan Hatıralar

Mehmet Varış
Yunan Taarruzundan Önce: Uşak, Gediz, Kütahya, Eskişehir isimlerini duyduğum zaman kalbimde heyecan duyarım. Çünkü milli mücadeledeki askeri hayatımın, ilk kumandanlığımın acı ve zevkli, tehlikeli ve beşaretli günlerini buralarda geçirdim. Bu yazımda yalnız Uşak’tan bahsedeceğim. Fırsat bulursam diğerleri için de yazacağım. Uşak, Kütahya vilayetinin en çok nüfuslu, servet ve kültür ve çalışkanlığı ile en ileri bir şehirdir. Kaza itibar ile de öyledir. Orta Anadolu’yu garbî Anadolu’dan ayıran Derbent ve Dumlupınar geçitlerinin garbında bulunduğu için Uşak Ege bölgesinden sayılır. İktisat, ticaret ve münakalesi de Ege’ye bağlıdır. Halbuki Kütahya, Sakarya Bölgesi’ndedir. Murat Dağları’nın suları Çukurören Vadisi’nden geçen Murat Çayı ile Gediz Nehri’ne ve Banaz Çayı ile Büyük Menderes’e akarak Ege Denizi’ne dökülür. Murat Dağı ancak şark müntehasından Çal köyü deresiyle Sakarya’nın en büyük kolu olan Porsuk çayına da su ve bereket verir. Böylece şanlı ve azametli ve içinde yaşattığı zengin
ormanlar ile ve insana hayat veren, sıcak ve soğuk sular ile Murat
Dağı Uşaklıların efsanelerini yaratmağa ve yaşatmağa liyakat
kesbeden bir ulu dağımızdır. Ben de bu ulu dağda bir asalet ve kutsiyet
görmekteyim. Bir asalet görüyorum: Çünkü ilk çağlardan beri Ege
Bölgesi’nde kurulmuş birçok medeniyetlere servet ve kuvvet kaynağı
olan Gediz nehriyle Büyük Menderes nehirlerinin anasıdır. Bir kutsiyet
görüyorum: Çünkü Anadolu’nun milli mücadelesinde düşman hamlelerine
karşı gelen Türk kuvvayi milliye ruhu bunun havasını teneffüs
eder. Ve sularını içen kahramanlar yurtlarında büyük bir kuvvet ve
teşkilat bulmuştur. Murat Dağı’nın tevabiinden sayılan Dumlupınar ve
Derbent geçitleri düşmanın Orta Anadolu’yu istilasını birçok zaman
maddeten zayıf ve cılız kuvvetlerimizle önleyen kahramanlarımızın
milli ruhunda ve maneviyatında büyük tesirler yaratmıştır. En sonda bu
Murat Dağı’nın Dumlupınar’da çevrilen münzehim düşmana yol vermemesi
yüzünden hemen onun şark eteklerinde (Vatanın Hariminde)
bütün düşman ordusu mahvolmuş ve vatan, istiklâl ve şerefiyle kurtulmuştur.
Murat Dağı’nın zirvelerine çıkılsa Gediz, Banaz ve Porsuk vadileriyle
çerçevelenen dört bir tarafta en büyük milli savaşlarımızın ve
büyük kurtuluş meydan muharebelerimizin sahalarını bir zevk içinde
görür derin bir vecid içine dalarız. İşte Uşak, bu ulu Murat Dağı’nın
garba doğru uzanan tevabiinden Elma Dağı ve Kızıl Dağ’m güney batı
eteklerinde ve bir küçük ovanın kenarında mamur ve şirin bir yerdir.
Uşak’a milli mücadelede ve ilk defa olarak 1 Ağustos 1920
günü gitmiştim. Garp Cephesi, General Ali Fuat Cebesoy’un emri
altında Kocaeli’nden başlayarak Bursa Yenişehir, İnegöl, Simav civarlarından
geçerek Uşak’ın İnay-Ulubey ve Denizli’nin Sarayköy’ünde
kurulmuştu. Daha ordu birlikleri yok gibi, olanlar da bir ikisi müstesna
pek cılız bir halde idi. Cephenin bir çok bölgelerini milli kuvvetler tutuyordu.
Cephe kumandanı beni Eskişehir’deki vazifemden İtalyanların
hissedilen bazı teşebbüslerini önlemek ve teşkilat yapmak vazifesiyle
Antalya ve Muğla havalisi kumandanlığına gönderme emrini aldım.
Atatürk de ertesi gün Uşak’ta teftişte bulunan Büyük Millet Meclisi
Reisi Mustafa Kemal (Atatürk) kendisini Afyon’da beklemekliğimi emretti.
Bu bekleyişim esnasında Garp Cephesi Kumandanından Uşak’ta
23. Tümen kumandanlığına gitmek emrini aldım. Atatürk de ertesi gün
Uşak’tan Afyon’a geldi. Afyon Vilayet Konağı’nda Atatürk’ün reisliğinde
bir çok yerlerden ve Uşak’tan gelen müdafai hukuk cemiyeti azaları
ile bir kongre toplanmıştı. Müdafaai hukuk azaları Müdafaai
HukukTeşkilatı’nın ve varidatının çoğaltılması için tedbirler alınmasını ve salahiyetlerin arttırılmasını istiyorlardı. Atatürk, hükümet teşkilatının
ve ordu birliklerinin kuvvetlenmesi ve canlanması üzerinde duruyor ve
direktifler veriyordu. Bu kongrede bulunduktan ve kararlarını öğrendikten
sonra yeni vazifemin başına Uşak’a gelmiştim. Beni sonradan
hemşehriliğe kabul eden bu memlekete vardığım zaman cesaretim
arttı. Çünkü şehirde ve köylerde yaptığım temaslar ve tetkikler ile Türk
vatanseverliğinin en kuvvetli ve gayretli bir muhiti içersinde bulunduğumu
anladım. Vahdettin’in meşum fetvaları Peyami Sabah’ta Ali
Kemal’in Büyük Millet Meclisi ve kuvvai milliye aleyhine yaptığı şiddetli
neşriyat halkın milli mefkuresine ve Büyük Millet Meclisine olan sevgi
ve bağlılıklarında hiçbir menfi tesir bırakmıyordu. Bütün Uşak kazası
daha sonra gördüğüm Kütahya vilayeti halkı gibi en ateşli kuvvai
milliyeci idi. Canla başla memleket müdafaasına ve Milli İstiklal davasına
sarılmışlardı. Uşak Müdafaa-yı Hukuk Cemiyeti halkın itimat ve
sevgisini kazanmış tam bir feragat ve imanla çalışıyordu. Bu sebepten
halkın birçok yardımlarına mazhar oluyordu. Uşak Müdafaa-yı Hukuk
Cemiyeti reisliğini yapan merhum hoca İbrahim Efendi (Kütahya mebusu
Uşaklı İbrahim Tahtakılıç)* cidden bu vazifenin başında yüksek
bir liyakat ve idare kudreti gösteriyordu. Ona herkesin çok emniyeti
vardı. Diğer taraftan ileri gelenler ve münevverler şuurlu bir kuvvai
milliyeci olarak çalışıyorlardı. Bu meyanda o zaman pek genç yaşta
olan şimdiki Kütahya mebusu arkadaşım Alâeddin Tiritoğlu en ileri
giden bir kuvai milliye ruhlusu idi. O, umumi ve mahalli çalışma ve
teşkilatlandırma işlerinden başka bizzat kendisinin teşkil, idare ve iaşe
ettiği ufak bir milli kuvvetin de kumandanı idi. Giritli Tahsin isminde bir
subayı da muavin olarak beraberinde tutuyordu. Uşak’ta ilk teftiş ettiğim
milli kuvvet de bu müfrezecik oldu.
Muhitte bu gayret ve vatanseverliği takdirle gördükten sonra
bazı teşkilata başlanıldı. Evvelce teşekkül eden Uşak Hücum Taburu’ndan
başka ihtiyat erlerden 250-300 silahlı Uşak Milli Piyade Taburu
kuruldu. Bu taburun durumu bana güven vermişti. Atlı teşkilat yapmak
imkanını da aradım buna da her taraftan yardım sesleri geldi. Pek
az zamanda merkezden, nahiye ve köylerden dört bölüklü bir Uşak
Süvari Alayı teşkil edildi. Silah, at, her şey kendilerinin idi. Uşaklıların
bu husustaki yardım ve faaliyetlerini Uşak’ın milli mücadele tarihinde
daima şükranla yad etmekteyim.
Alaşehir’in düşman tarafından işgalinden sonra Uşak cephesi
kurulmuştu. Orta Anadolu’ya yol veren Gediz ve Dumlupınar geçitlerinden
aşmak için bir istila ordusu Uşak’tan geçmek mecburiyetinde

idi. İşte bunun için Uşak’ın büyük stratejik ehemmiyeti vardı. Garp
cephesi kumandanı Uşak cephesine bir muvazzaf tümenden başka
diğer bazı milli teşkilat da tahsis etmişti. Bu sebepten Uşak’ta Kuşçubaşı
Eşref çetesi, İnay’da Binbaşı Abdi’nin Konya’dan gelmiş Çerkez
İlyas ve Arnavut çeteleriyle gayyur ve faal Üsküplü jandarma Yüzbaşısı
İsmet’in Uşak Hücum Taburu bulunuyordu. Uşaklıların teşkil ettiği
bu tabur disiplinli ve güvenilir bir kuvvetimiz idi. Çete ismini verdiğim
diğer milli birlikler güven verecek mahiyet göstermiyordu. Mücahidin
kumandanı unvanını da taşıyan Kuşçubaşı Eşref Uşak’ta bulunuyordu.
Ve mütemadiyen Sandıklı taraflarına inerek at ve silah toplamak
ve teşkilatı büyütmek hevesiyle ısrarla benden müsaade istiyordu.
Afyon Müdafaai Hukuk Kongresi’nde Atatürk, Hükümetin nüfuzunu ve
kanuni icraatı kuvvetlendirmek lüzumundan bahsetmiş ve direktifler
vermiş olduğu için halkı tazip edecek surette ulu orta silah ve at toplamak
tekliflerini katiyen red ediyordum. Bu sebepten Kuşçubaşı küskün
oturuyordu, ileri hatta İnay’da bulunan Binbaşı Abdi’nin çeteleri
Eşme ve Elvanlar taraflarına keşfe gitmek bahanesiyle Yunan işgal
mıntıkası içindeki Türk köylülerinin canlarını sıkacak hareketlerde
bulunuyorlardı. Ganimet diye getirdikleri eşya ve hayvanlar hep bizim
Türk köylülerinden alınıyordu. Eşme müftüsü bana mektuplar yazar,
şikâyetlerde bulunurdu. Bazı milli teşekküller bu şuursuz hareketlerle
zararlı idi. Bunlardan istifade edilemeyeceğini anladım. O sıralarda
Bolu taraflarında lüzum hasıl olduğu için cephe kumandanı Arnavut
çetesini istedi. Memnuniyetle yolladım. Diğer Çerkez İlyas Çetesi’ni de
izin vererek Uşak cephesinden uzaklaştırdım. Ve İnay istasyonuna
Uşak Hücum Taburu’ndan bir bölük ayırarak gönderdim. Çerkez
Ethem’in kumandasında birinci kuvvei seyyare Simav mıntıkasında
toplanmış Yunanlılara karşı taaruzi hareketlere başlamıştı. Cephe
Kumandanı bu hareketi Uşak’ta bulunan birliklerle ve Uşak Müdafaai
Hukuk Cemiyeti’nin yardımlarıyla desteklenmesini emretmişlerdi. Bu
yardımları ve takviyeler hep birinci kuvvei seyyareye yapıldı. Taburların
mevcudu en kuvvetlisi ikişer yüz olan 131. Yarbay Besim’in alayını
bir batarya ile ve tümen kurmay başkanı Yüzbaşı Adil’in refakatinde
Demirci muharebelerine yolladım. Jandarma yüzbaşısı İsmet’in Uşak
Hücum Taburu Demirci’ye gitti. Çok az olan cephane ve bombalarımızı
da hep oraya yollamıştık. Bu sebepten Uşak cephesi zayıflamıştı.
Tümenin Uşak cephesinde kalan 68. ve 69. alayları er, silah ve giyim
itibariyle pek zayıf denecek derecede idi. Elde güvenilecek ihtiyat
kuvveti yalnız Uşak Milli Piyade Taburu ile Uşak Milli Süvari Alayı
kalmıştı.

Demirci muharebeleri ve Uşak cephesinde gösterilen keşif ve
teşkilat faaliyeti Yunanlıları fazla kuşkuya düşürmüş, Yunan başkumandanlığı
Alaşehir ve Salihli taraflarında mühim kuvvetler toplamağa
başlamıştı. Çerkez Ethem’in Demirci’deki teşebbüsleri menfi netice
verdiğinden, Yunanlıların Uşak istikametinde üstün kuvvetlerle umumi
taarruza geçecekleri kuvvetle bekleniyordu.


KAYNAK www.mehmetersin.com/kitap/kurtulus_savasinda_usak_anilari.pdf

4 Mart 2018 Pazar

Utaş Uşakspor:4 Kızılcabölükspor:1

Mehmet Varış
54 puan ile bulunduğu ligde lider koltuğunda oturan ve 2 olan Tarsus İ.Y’na 10puan fark atmış durumda olan Utaş Uşakspor, bugün de evinde ligde 40 puan ile 4. Olan Kızılcabölükspor’u konuk etti. Düdük çalar çalmaz iyi bir oyun sergileyen Utaş Uşakspor, rakibini 4-1’lik skor ile yendi. OKU, YORUMLA ve PAYLAŞ ==> http://www.usakhaber.com/spor/asigolar-usak-i-inletti-sehitler-olmez-vatan-h8105.html Uşak Haber TFF 3. Lig 3. Grup 25. hafta maçında Utaş Uşakspor evinde Kızılcabölükspor’u 4-1 mağlup ederek liderliğini sürdürdü.

20 Şubat 2018 Salı

Kurtuluş Savaşı’nda Uşak Anıları-3

Mehmet Varış
Yüzbaşı Selahattin’in Anıları Burada bir yıl öncesine gidip halkın ruh halini anlamak bakımından Manisa, Bergama, Alaşehir, Eşme ve Kula’da neler olup bittiğine tanıklık eden, Kuvayı Milliye’yi örgütleyen komutanlardan Yüzbaşı Selahattin’in anılarına başvuralım. Bütün ordu birliklerine haber vermek üzere Erzurum’da Ordu Müfettişi Mustafa Kemal Paşa’yla, Konya’daki Ordu Müfettişi Cemal Paşa’ya, 31 Mayıs 1919 akşam saat yedide, Alaşehir’den yazdıkları raporun 8. maddesi şöyledir: “Rum ahalisi, metropolitleri ve Türk Hükümet memurları milli heyecanı söndürmek hususunda birbirleriyle yarış etmektedirler. Vatansızlar, şahsi endişelere kapılmış ahlaksızlar, Türkeli’ni düşman istilasına hazırlıyorlar. Ahali, zabitan, hasılı kalbi memleket için çarpan bütün efrat ne yapacaklarını bilemediklerinden pek az düşman kuvvetleri önünde eğilmeye ve esareti bazı alçakların telkinatıyla hüsnü su- retle karşılamaya ve Yunanlıların Avrupa’ya Türk ahalisi de bizi kurtarıcı sıfatıyla karşılıyor.’ demeye muktedir vaziyette oldukları maruzdur.” Anıları okumaya devam edelim. “Gene bugün Manisa Jandarma Tabur Kumandanı raporunda Jandarma efradının silahlarıyla birlikte kaçtığı bildiriliyordu. Harbiye Nezareti 26 Mayıs 1919 tarih ve 1. şube 3111 numarayla gelen telgrafta, Bergama halkının muhacerete başladığı bildiriliyor, vatanda muhaceret edecek yer olmadığı ve halkın yerlerinde kalmasının sağlanması tavsiye ediliyordu. “1 ve 2 Haziran 1919 günlerini Alaşehir’de geçirdikten sonra 3 Haziran 1919 sabahı Eşme’ye hareket ettik... “Alaşehirli Mustafa Bey adında bir kişi arkadaşlarıyla birlikte başvurarak Alaşehir’de direniş görevini üstleneceklerini söyledi. Bunlar ve öncelikle Mustafa Bey, Alaşehir’in zenginlerindendi. Gerçekten çalıştılar ve bir yıl sonra Yunanlılar Alaşehir’e girinceye dek görevlerini sürdürdüler. “Gene o dolaylarda bulunan ve Büyük Savaş’ta Bekir Sami’nin karargâhında bulunmuş Yedek Subay Rıza, bizim orada bulunduğumuzu duymuş, geldi ve bize katıldı. 1911-1912 yıllarında Balkan Harbi’nden önce İtalyan Harbi sürerken ordu subayları İttihatçı ve Halasker diye ikiye ayrılmışlardı. Balkan Harbinden sonra İttihatçılar iktidarı ele geçirince Halaskar subayları ordudan uzaklaştırmışlar, hapsetmişler, hatta içlerinden bazılarını idam etmişlerdi. Halaskarlardan biri, zamanın meşhur Arnavut Yüzbaşı Rahmi idi. “Yüzbaşı Rahmi, Alaşehir’de bizi buldu ve Halaskarlık zamanından arkadaşı olan Poslu Mestan Efe’nin çetesiyle hazır olduğunu söyledi. “Bekir Sami Bey, Yüzbaşı Rahmi’ye bu çete ile Turgutlu’ya gelen Yunan bölüğüne gece baskını yaparak imha ödevini verdi. “Ne var ki Rahmi, Alaşehir’den ayrılacağımız gece sabaha karşı perişan durumda geldi ve hikâyesini anlattı. “Yüz kişilik çeteyle Turgutlu’ya gelmişler. Yunanlılar uykuda. Fırsat bu fırsat. Hücuma hazırlanırken Mestan Efe, Rahmi’yi çağırmış: “-Haydi sen git, biz Yunanlılara teslim olacağız, demiş. Rahmi şaşırmış, direnecek olmuş, dövmüşler ve kovmuşlar. Ve demişler ki: “-Yunanlılar padişah namına geliyormuş. “Gerçekten Mestan Efe yüz atlısıyla Turgutlu’ya gidip Yunan kuvvetlerine teslim olmuş.“Yunanlılar Efe ile çetesinin yıllardan beri dağlarda kendi hükümetleri aleyhine kullandıkları silahları yere dizmişler, üzerinden atları geçirerek parçalamışlar, Rahmi bunu uzaktan gözleriyle izledikten sonra dönüp gelmiş. “Yıllarca dağlarda eşkıyalık eden, Efe adını taşıyan, silahını her şeyden kutsal tanıyan ve hayatı dövüşmekle geçenlerin bu rezilce davranışı, Türk ruhunun ne acı bir propagandaya kapıldığını ve halk yığınlarındaki panik derecesini gösteriyordu. “Bu panik ortasında firar eden subaylar Alaşehir’de toplanmışlardı. Hepsine birden Eşme’ye gitmeleri emri verilmişti. 14 subay, 8 er, 25 hayvandı tümü... “Eşme’de Rum yoktu. Tren yolundan uzaktı. Müftünün vatanperver olduğu söyleniyordu. Belki orası çalışma merkezi olmak için en uygun yerdi.” İnay’da işgal sırasında, çocuklara beyaz bayraklarla karşılatılan Yunan askerlerini, halkın hangi duygularla yaptığını, o günkü atmosferi, yukarıda Yüzbaşı Selahattin’in tanıklığıyla aktarmış olduk. Her yerde aynı bezginlik, aynı çaresizlik, aynı umutsuzluk egemen. İşgalden bir yıl önce halkta göç etme ve teslimiyet duygusu epeyce yaygındır. Ama diğer yandan da direnme eğilimi gelişmektedir. Kuvayı Milliyeciler halkın umut ışığı gibidir. Ama bu ışık henüz güçlü değildir. Lakin ulusal kurtuluş ve bağımsızlık kıvılcımı bir kere yakılmıştır. Giderek umutsuz, çaresiz halka ulaşmaya başlamıştır. Selahâttin’i dinlemeye biraz daha devam edelim. “Yola çıkmadan önce askerlik şubesindeki bazı değerli evrakı yakmak gerekiyordu. Bunlar salnameler, kitaplar, orduya ilişkin belgelerdi. Şube bahçesinde bunları yakarken çocuklar çevremi sardılar: “-Efendi amca ne olur yakmayın, bize verin... “Ben kâğıtları ve kitap sayfalarını yakıyor, kapaklan çocuklara veriyordum. “-Efendi amca siz gidiyor musunuz? Bir daha gelmeyecek misiniz? “-Geleceğiz yavrum. “Çocuk dedi ki: “-Buraya gâvur gelecekmiş, bir daha bizim hükümetimiz olmayacakmış. “-Bunu Rum çocukları söylüyorlar, öyle mi? “Çocuğa cevap veremedim. Ağlayarak odama çıktım, bir subay için vatanın çocuklarını düşmana bırakmaktan daha ağır, daha acı ne olabilirdi?Geceden haber vermişlerdi. Alaşehir camilerinde dört hoca gelmiş, halka vaaz ederek diyorlarmış ki: “-Yunan ordusu Padişah emriyle geliyor, sakın hürmette kusur etmeyin! Bekir Sami bu hocaların sabahleyin kaymakamlık binasına getirtilmesini söylemişti. Biz atlara binip Alaşehir hükümet konağının önüne geldiğimiz zaman, Kaymakam, Jandarma Kumandanı ve dört hoca oradaydılar. Kumandan sordu: “-Hocalar bunlar mı? Birisi: “-Evet, dedi. Bu karşılık üzerine Bekir Sami umulmadık bir an içinde tabancasını çekip dört hocayı yere serdi. Onlar yerde debelenirken gür ve sert bir sesle Kaymakama: “-Görevini yapmayanların sonu bu olacaktır, bunu unutmayın ve siz de böyle davranın, deyip atını sürdü. Bekir Sami 3 Haziran 1919 sabahı Anadolu İhtilali’nin ilk kurbanların kanlarını dökmüştü. Yola çıkarken Ödemiş’te Yunanlılarla Milli Kuvvetler arasında çarpışma olduğunu ve Yunanlıların Ödemiş’e girdiğini haber aldık, ama bu konuda resmi bilgi alamadan Eşme’ye yöneldik. Saat 15’e doğru uzaktan Eşme gözüktü. Biz yorgun argın atlarla Eşme’ye yaklaşıyorduk. Kasaba dolaylarına geldiğimiz zaman uzaktan bir sürü çocuğun ellerinde bayraklarla bize doğru koştuğunu gördük. Bunu bize yapılan bir karşılama sandık. Ama çocuklar yaklaştığı zaman hepsinin ellerinde Yunan bayrakları bulunduğunu gördük: Türk Eşme’de Türk çocuğu ve Yunan bayrağı bizi dehşete düşürdü. Durumu çocuklardan sorduk, Öğrendiğimiz şunlar oldu: Yunanlıların yarın sabah buraya geleceği, Yunan askerine sevgi gösterilirse kötülük yapılmayacağı, aksi halde zulüm görecekleri Eşme’de yayılmış. Her Türk evine bir Yunan bayrağı verilmiş ki Yunanlılar girince derhal çekilsin. Bizi uzaktan bir atlı grup olarak görünce Eşmeliler Yunan geliyor sanmışlar ve çocukların eline bayrak verip koşturmuşlar. 3 Haziran (1919) saat 17’de ıstırap içinde Eşme’ye girdik. Kumandan dosdoğru Kaymakamın odasına çıktı. Kaymakam fena halde bozulmuştu. Gelen atlıları Yunanlı sanarak çocukları karşılamaya yollamıştı. Halk da şaşırmıştı, çünkü onlar da Yunanlıları bekliyor.du. Bekir Bey, Kaymakama Eşme’de Rum olup olmadığını sordu. Dört Rum ailesinin oturduğunu, bunların da fırıncı, kasap, manifaturacı olduklarını öğrendik. Bekir Bey, çocukların elinde neden Yunan bayrakları bulunduğunu Kaymakama sorunca, konu biraz daha açıldı. Alaşehir ile ilişkileri bulunan Eşmeli Rumlar, Alaşehir Metropolitinden aldıkları emir gereğince salt müşterilerine zarar gelmesin diye bayrakları getirmişler ve halka dağıtmışlar. Kaymakamın konuşma biçiminden bu işi uygun gördüğü anlaşılıyordu ve adam ikide bir de: “-Halkı korumak için alınan tedbir fena değildir; başka türlü tedbir olanağı bugün için yoktur, diyordu. “Bekir Bey sessiz ve soğukkanlı dinliyordu. Ben sinirden gerilmiş, Kaymakamın gırtlağına sarılmak için tetikte duruyordum. Kumandanın: “-Bu herifi öldür! demesini bekliyordum. Bekir Sami dört aile reisinin getirilmesini emretti. Dört Rum getirildiler. Kumandan bunlara adlarını ve işlerini sorduktan sonra bayrak olayını tekrar açtı. Adamların verdikleri cevapların özeti şöyleydi: “-Buraları Yunanistan olacaktır. Yunan Hükümeti ve askeri medenidir. “Bazı vahşi Türkler, gelen askerin bu memlekete ve bu halka yapacağı iyilikleri kavrayamamışlardır; bunun için Yunan devleti fahimesine karşı masum haIkın üzerine muazzam Yunan devletinin gazabını çekiyorlar. Oysa Türkler iyi bir tebaadır. İşte bu gerçeği bilen Alaşehir’in kutsal pederi metropolit hazretleri fenalıklara meydan verilmemesi için çalışmamızı emretmiştir. Bizler de Eşmelileri korumaya çalıştık. İsterseniz Yunan Hükümetine karşı Alaşehir Metropoliti kutsal pederin himaye ve şefkatini sağlamak için sizin için de uğraşalım. Rumların küstah ve tepeden bakışla söylediklerini dinlerken biz dişlerimizi sıkıyorduk. Yalnız Kaymakam başıyla konuşmayı onaylıyor ve davranışlarının doğru olduğunu bize benimsetmeye çabalıyordu. Heriflerin sözleri bitince Bekir Sami gürledi: “-Şimdi hükümet kapısının önüne dört darağacı kuracaksınız. Buraya gelirse, Yunan devleti de Türklerin hepsini assın. Emir hemen yerine getirildi. Bir saat sonra dört kişi hükümet konağının kapısında sallanıyordu. O gece dört Rum aile bir kafile halinde Alaşehir’e sevk edildi, kasabadaki bütün Yunan bayrakları toplandı. Hükümet önünde parçalanarak yakıldı.” Besim ATALAY (Hâkimiyet-i Milliye Gazetesi, 31 Ağustos 1923)
KAYNAK www.mehmetersin.com/kitap/kurtulus_savasinda_usak_anilari.pdf

Kurtuluş Savaşı’nda Uşak Anıları-2

Mehmet Varış
Besim ATALAY İşin iyice anlaşılması için biraz kendimden bahsedeceğim. (1919) baharında Ali Kemal, beni Niğde Maarif Müdürlüğü’nden, valiliğe gelen bir telgrafıyla azletmişti. İstanbul’a geldim. Maarif Nezaretine uğradım. Maarif Müdürlüğünün bağlı bulunduğu Nâzırlıktaki dairenin müdürünü gördüm. “Beni niçin azlettiniz, suçumu bileyim” dediğimde; “Sen orada, Türkçülük etmişsin, daha başka suç mu istersin? Sana iş yok” cevabını aldım. Oradan çıktım. Dairenin kalem şefine uğradım, o da “Burada boşuna durma, İngiliz Muhipler Cemiyetine gir. Her şey düzelir” dedi. Sinirlenerek ayrıldım. Bir müddet sonra, Ali Kemal, Dâhiliye Nazırı oldu. Vaktiyle bize hocalık yapmış bulunan Sait Bey, Maarif Nezaretine geldi. Uşak’tan kendisine bir mektup yazdım. Beni İçel Maarif Müdürlüğüne gönderdi. Ben orada iki yıl önce de Maarif Müdürlüğünde bulunmuştum. O sıralarda Anadolu’da yer yer millî hareketler başlamıştı. Fransızlar, Mersin’e kadar gelerek durmuşlardı. Silifke’de hiçbir milli kımıldanma yoktu. Kasabanın önde gelenlerinden bir takımları, hareket taraflısı değildiler; imamlar ve hafızlar aleyhte idiler. Bu arada Karaman’dan bir subay, Silifke’yi yoklamak için gelmişti. Bahsettiğim adamlardan hiçbirisi bu zatla görüşmek bile istemediler... Nihayet yerlilerden Hacı Hulûsioğlu, Rahmi Hakkıoğlu, öğretmenlerden Ali Namık, Ziya Niğdeli gibi bazı gençlerle milli hareketin çekirdeğini kurduk. O sırada Mustafa Kemal Paşa, Sivas’a gelmişti. Kendisiyle haberleşmeye başladık. Kısa bir zaman sonra Millet Meclisi için seçim başlamıştı. Seçimde gençlerle çok çalıştık. Harekete aleyhtar olanların kazanmamalarını sağladık. Memleketimiz olan Uşak’tan kötü haberler geliyordu. Dört kız, iki kadından ibaret olan ailemi görmek için iki aylık izin alarak Uşak’a gittim. Yunanlılar İzmir’den içerilere kadar girmişti. Fikrimiz karışık, ortalık başsızdı. Maarif Müdürlüğünden istifamı verdim, mücadeleye karıştım. O sıralarda Uşak’ta softalarla hocaların bir kısmı İtilafçı idiler, kuvvetli idiler. “İttihatçılar gelmesinler de hangi devlet gelirse gelsin” diyorlar ve milli hareketi İttihatçı hareketi sayıyorlardı. Uşak’ın Hafız Ali Efendi adında çok kıymetli bir müftüsü vardı. Bilgice, ahlak ve faziletçe öbür softalarla hiç kıyas olunmazdı. Bundan başka, bir devre İttihat ve Terakki mebusluğu yapmış bulunan çok eski ve köklü bir aileden (İbrahim Bey) adında bir sarıklımız daha vardı. Zeki, hatırlı, fikir sahibi idi. Şehirde bir de aydın ve düşünür küçük bir topluluk vardı. Bunlar baş başa vererek ne yapılabileceğini düşünürlerdi. Kıymetli birçok gençler (Türk Ocağı) etrafında toplanmıştı. Karşılarında hemen hiç kuvvet bulunmadığı için düşman yaka, yıka Alaşehir’e doğru yürüdü. Salihli ve Alaşehir’de Milli Kuvvetler kurulmuştu. Ahmetli ve Bozdağ’da düşman durdurulmuştu. Milli Cephe kurulmuştu. Bu arada Eşme’de de Milli Hareket başlamış, fakat Uşak hala hareketsizdi. Uşak’ın başına Denizli felaketi gibi bir felaketin gelmesi çok ihtimal dâhilinde idi. O günlerde Uşak’ta Hilmi adında Sökeli bir ihtiyat subayı vardı. Sessiz, ağır başlı, düşünceli görünürdü. Bu zat İzmir işgali üzerine Redd-i İlhak Cemiyetine girmiş ve cemiyetin üyeleriyle haberleşiyormuş. Uşak’ın hareketsiz kalması hem tehlikeli, hem de ayıp görünüyordu. Hilmi Bey birkaç arkadaşıyla harekete geçmeyi kararlaştırmışlar. Uşak’ta –Ankara Valisi hain Muhittin Paşa’nın yakın akrabası olan- Faik adında, dayısı gibi hain, ahlaksız bir Kaymakam bulunuyordu. Kuş uçurtmazdı; sıkı bir idare kurmuştu. Hilmi Bey’den şüphelenmiş, bir aralık onu sürgün etmek istemişti. Eli ermedi. İzmir’in işgali zamanında Nadir Paşa’nın 17. Kolordusu’ndan ayrılan birkaç subay Uşak’a gelmişler. Bunlardan birisi Selanikli Kaymakam Fuat Bey, birisi Yüzbaşı Hakkı Bey idi. Fuat Bey, Mevki Kumandanı idi. Bu zatlarla birlikte Sökeli Hilmi Bey, Uşak’ı Redd-i İlhak Cemiyeti’ne sokmak için gizli bir cemiyet kurmuşlardı. Cemiyet yerlilerden: Bacakoğlu Mustafa, Hamzaoğlu Ali, Menzil Ambar Müdürü Kolağası Şükrü, Uşak Jandarma Kumandanı Yüzbaşı İsmet, Sökeli Hilmi Bey’lerden ibaretti. Hilmi Bey, bu cemiyetin haberleşme vazifesini de yapıyordu. Bu cemiyetin çok ateşli bir genç üyesi de Uşak Şube Reisi Kaymakam Vehbi Bey’in oğlu Kemal idi. İşbu gizli cemiyetin çalışması ve haberleşmesi üzerine, Salihli cephesinden ayrılan bir bölük, yolda Eşme’den de takviye alarak 17 Temmuz 1919 günü ikindi vakti Uşak’a girer ve hakim olur. Milli hareketi istemeyen gericiler siner. Böylelikle Uşak da milli harekete karışarak büyük tehlikenin de önü alınmış olur. Milli kuvvetlerin Uşak’a gireceği gün Hilmi Bey ve gizli cemiyetçe belli idi. Uşak istasyonunda bulunan Fransız kuvvetlerini (Senegalli askerleri) oyalamak görevini Hilmi Bey üzerine aldı. İstasyon şefi ile Hilmi Beyin dostluğu vardı, anlaşmışlardı. Şefin evinde Hareket Müfettişi Dedeyan ve Fransız askerlerinin kumandanı olan teğmenle hararetli bir poker partisine girişirler. Böylelikle Fransız kuvvetlerinin işe karışması önlenmiş olur. Milli kuvvetlerin Uşak’a dönmesi üzerine bedestende derhal karargâh kurulur ve mevki kumandanlığını Hilmi Bey uhdesine alır. Uşak’ı işgal eden Milli Kuvvet, yüz veya yüz on kadar milislerdi. Gediz ve Kütahya tarafı açıktı. Kütahya çok sonra katıldı. Kütahya Valisi Fevzi, milli harekete taraftar değildi. Bu yüzden Kütahya’da bulunan birçok silah İngilizlerin eline geçti ve İstanbul’a taşındı. Milisler, Kütahya tarafından gelmesi muhtemel tehlikeyi önlemek için blöf yapmak, etrafta birçok Milli kuvvetler bulunduğu duygusunu vermek için, mevhum noktalara ekmek göndermeye başladı. Karargâh Uşak’a yerleştikten sonra iş teşkilata geldi. Hilmi Bey istihbarat şefliğini almıştı. Uşak’ı işgal eden kuvvetlerin komutanı Salihli Jandarma Kumandanı Mülazım Tahsin Beydi. Zaferden sonra Aydın Vilayeti Jandarma Kumandanı olmuştur. Hamiyetli, cesaretli bir zattı. Temmuz ayının sonlarına doğru Gediz’le, Simav’ın da işgali kararlaştırıldı. Bir miktar kuvvet ayrılarak önce Gediz, az sonra da Simav milli mücadele bölgesine katıldı. Bu iki kasabayı işgal eden kuvvetin kumandanı Yüzbaşı İsmail Hakkı Beydi. Hilmi Bey Kuvayı Milliye Mevki Kumandanı sıfatıyla Gediz’de kaldı ve Kako Mehmet ve Sadık Efendi gibi hamiyetli arkadaşları yanına aldı. İsmail Hakkı, Gediz’i işgal eder etmez, aynı gece Simav’a gitti. Orayı da milli sınıra kattı ve Uşak’a döndü. Simav hareketinde adı yukarıda geçin hamiyetli genç, Kemal Bey, yararlık gösterdi. Simav’da Kuvayı Milliye Mevki Kumandanlığı görevini aldı. Çok ateşli bir gençti. Tanrı yargılasın. Ağustosun sonlarına doğru Hilmi Bey, kasabanın eski Kadısı Zahit Mollaya, Gediz’deki işleri bırakarak Uşak’a döndü. Garp Cephesi Sekizinci Şube Müdürü muavini olarak Milli Savaşın sonuna kadar bu vazifeyi başarı ile yaptı. Bu sırada (Uşak Hücum Taburu) adıyla bir teşekkül vücuda getirilmişti. Bu taburun kumandanı, Jandarma Yüzbaşısı İsmet Bey’di. İsmet Bey, Salihli Cephesine gönderildi. Bu tabur, Anzavur’a karşı yapılan harekete katılmış ve Büyük Millet Meclisi’nin Ankara’da açılışında Muhafız Alayı arasında bulunmuştu. Bu taburda bir takım gençler de bulunuyordu. Bugün Ankara’da Cebeci’de, Genel Kitaplık başkanı bulunan Ali Cengiz de vardı. Henüz on yedi yaşlarında idi. Güle güle cepheye gitti. Uşak gençleri arasında bir iki yüz karası da çıktı. İzmir’e kaçarak, mücadeleye katılmadı, fakat sonra mebus oldu ve parsayı topladı. Hilmi Bey bu sırada Paşazade İbrahim Bey’i (Tahtakılıç) –Milli Birlik Hükümeti zamanında Milli Eğitim Bakanı olan sayın Ahmet Tahtakılıç’ın babası- görür ve Uşak’a gelmiş olan Milislerden konuşurlar. Çok zeki olan İbrahim Bey:”Oğlum, bunlarla meşgul olmamız lazımdır. Halka bir zarar gelmesin, idarelerini ele almak ister” diye hemen bir heyet kurulmasını uygun görülür, ertesi gün Heyeti Merkeziye kurulur ve şeklini alır. İbrahim Bey’in bu işe başkan olması memleket için büyük hayır olmuştur. Hizmeti büyüktür. Zeki, münevver, idareci, cesaretli, vatanperver olan bu zatın hizmeti mücadele tarihimizde unutulmamalıdır. İbrahim Bey, derhal Gediz delegesi Şaphaneli Mehmet Fuat (Tanrı yargılaya), Demirci delegesi Mazhar Nurullah (sağdır ve İzmir’de ticaret eder), Kula delegesi Raşit, Alaşehir delegesi Nazmi ve Salihli delegesi Abdullah Salim Beylerden ibaret bir heyet kurarak vazifeye başladı. Ve hakkıyla işi idare etti. Ne halkını ezdirdi ne de Milislerin taşkınlığına yer bıraktı. Uşak düşman tarafından işgal edilinceye kadar bu cemiyet vazifesini pekiyi bir şekilde idare etti. Halkı sıkmadan para toplandı, gönderildi ve ayrı ayrı zamanlarda Milli Kuvvetler’e ve Çerkez Ethem’e gönderilen paranın miktarı iki milyon liradır. Böylelikle o bölge Ethem’in ve Demirci Efenin şerrinden korunmuş oldu. İbrahim Bey halkın ruhunu okşamaya da dikkat ederdi. Benim şehrin meydanlarında Milli Savaşa ait konferanslar vermemi, camide mücadelenin meşru olduğunu bildiren vaaz yapmamı uygun buldu. Ben artık (Kocayazı) denilen meydanda konferanslar, Ağalar Camii adı verilen camide vaazlar verirdim. Ben bu heyetin konferansçısı ve vaazcısı idim. İlk büyük Millet Meclisine seçilerek gidene değin, bu vazifemi yaptım. Bu yüzden Rumların öcüne uğradım. Yunanlılar defolup giderlerken evimi yaktı, anamı ve kız kardeşimi şehit ettiler.7 O vakitler çok genç olmalarıyla beraber, Milli Savaşa katılan gençlerden adları hatırımda kalmış olanların birkaçını yazmayı bir borç biliyorum. İbrahim Bey’in yeğeni Ali Cengiz, Alâettin Tiritoğlu, Orhan Kâmil, Ekrem Kaya, Tevfik Bacakoğlu ve başkaları... İbrahim Beyin başkan bulunduğu (Müdafaa-i Hukuk Heyeti Merkeziyesi)nden başka, Uşak’ta bir de (Müdafaa-i Hukuk Heyet-i Milliyesi) adında ayrıca bir heyet daha vardı. Bunun reisi (Bacakoğlu) Mustafa Bey’dir. Bu heyet önce gizli idi. Hilmi Bey de bu heyete dahildi. Büyük Uşak harekâtını tertipleyen, Milisleri Uşak’a götüren, Uşak’taki Fransız kuvvetlerini zararsız hale getiren Hilmi Bey’dir. İbrahim Bey idaresi zamanında üç ayrı Milli Hareket Merkezi vardı. Biri Kuzey (Şimal) bölgesi idi. Merkezi Balıkesir’di. Birisi Doğu bölgesi idi. Merkezi Uşak’tı. Birisi Güney bölgesi idi, merkezi Nazilli idi. Bu üç bölgenin en gem almazı, en tehlikelisi Nazilli bölgesi idi. Çerkez Ethem’in Salihli cephesine geldiği sıralarda Doğu bölgesi de tehlike arz ederdi. Fakat rahmetli İbrahim Bey’in zekâsı ve idaresi tehlikeyi azaltırdı. İbrahim Bey’in idaresi zamanın İstanbul Hükümeti, Milli Hareketin mahiyetini anlamak ve durdurmak için (Kemal Paşa) adında birini göndermişti. Kütahya ve Gediz üzerinden Uşak’a geldiğinde, İbrahim Bey paşayı incitmemekle beraber, üç gün göz hapsine aldı. Davanın meşru olduğunu anlattıktan sonra paşaya yol verdi. Büyük Türk zaferini hazırlayan Milli Hareketlerin doğuşunda, isimlenmeyecek olan halk ayaklanmalarının ufak bir kısmını: (Uşak) hareketini kısaca yazdım. Bu gibi halk hareketleri bütün ayırımlarıyla yazılmalıdır. Ben bu kadarını yazabildim. Üst tarafı gençlere düşüyor. Milli Tarihimiz, bu gibi olayların ve Türk halkının sinesinden fışkıran bu kutsal kaynaşmaların yazılmasıyla zenginleşecektir. Uşak hareketinde iki zat belirli çehre gösterir: Birisi, gizli bir cemiyet kurarak Milisleri Uşak’a çağıran, böylelikle büyük bir tehlikenin önünü alan Sökeli Hilmi Bey’dir. Öbürü de heyet reisi İbrahim Bey’dir. Milli Kuvvetlere erzak ve para yetiştiren, (Uşak Hücum Taburu)nu teşkil eden hep o zattır. Kısaca bu iki zattan bahsetmeyi bir borç bildim. Hilmi Bey okumuş, hali vakti yerinde, temiz yürekli bir Türk’tür. Gençliğinde Redd-i İlhak Cemiyetine girmiş. Yedek subaylığını yapmak üzere Uşak’ta bulunduğu sıralarda kendisiyle tanıştım. Hizmeti büyüktür. Şimdi sağdır. Söke’de oturur. (Hür Söke) adında bir gazete çıkarmaktadır. Tanrı uzun ömürler versin. İbrahim Bey, Uşak’ın on beş kilometre doğusunda (Bozkuş) adındaki bir köyde doğmuş, Uşak’ta ilk tahsilini yaptıktan sonra İstanbul’a gitmiş, medrese tahsili yapmış, fakat medrese onun kafasını bozmamıştır. Uşak’a gelip yerleşmiş. Bir müddet müftü olmuş. Daha sonra İttihat ve Terakki Mebusu olarak İstanbul Meclisine katılmış; mütareke sırasında Uşak’ta idi. Ve işte bu esnada (Milli) davanın doğu kolu başkanlığını almış. Hakikaten unutulmaz hizmetler yapmıştır. Yunanlıların, Uşak’a girmesinden sonra Burdur’a çekilmiş. Büyük zaferden sonra Niğde valisi olmuş. Az sonra da Büyük Millet Meclisinde Kütahya Mebusluğu yapmıştır. Artık ihtiyarlamıştı. Atatürk kendisini, hizmetlerini takdir etmiştir. Bazı sebepler yüzünden kendisine sinir gelmişti. Bundan tam on iki yıl önce intihar etmiştir. Tanrı rahmet eyleye. Böyle bir zat Batı dünyasında olsaydı heykelini dikerlerdi. Yazıklar olsun! Bugün köydeki mezarı bile yapılmamıştır. Mezarı, Uşak gençliğince Kâbe gibi ziyaret olunmaktadır. KAYNAK www.mehmetersin.com/kitap/kurtulus_savasinda_usak_anilari.pdf

Kurtuluş Savaşı’nda Uşak Anıları-1

Mehmet Varış
Ben Sultan II. Abdülhamit’in cenaze merasiminde 1332’de asker olarak bulundum. Yine ben Sultan Reşat’ın öldüğünü, Sultan Vahdettin’in tahta çıkışını hatırlarım. O zaman Dolmabahçe Sarayı’nda askerdim. Uşak Müdafaa-i Hukuk cemiyetinin reisi İbrahim Tahtakılıç’ı tanırım ve her yönden mücadele ettiğini hatırlarım. Yunanlılar İzmir’den Alaşehir hattından Uşak’a geldiler. Ulubey İnay istasyonunda bizim kuvvetler mevzilenmişti. Atatürk İnay istasyonuna geldi. İnay istasyonunda Gazi ile beraber Aşir Paşa da vardı. Atatürk “Bir iki vilayet gitti, önemli değil. Siz ağır ağır çekilin. Biz toparlanıp onları denize dökeceğiz,” dedi.”* Daha sonra Yunan Uşak’ı işgal etti. Yunanlılar Ulubey’e yerleştiler. Ulubey’in erkek halkını camilere doldurdular. Irz ve namusumuz ayaklar altında idi. Musa isminde bir zat Yunanlılara yol gösterdi. Yunanlılara haber sızdıran Külçen köylü Ömer isminde bir zatı Ulubey’liler öldürdüler. Camilerden daha sonra bizi serbest bıraktılar. Yunan işgalinde camilerde ibadet yapabiliyorduk. Ezanlar okunurdu. Yunanlılar para karşılığında evleri yakmadılar. Toplanan paraları komutanlarına verdiler. Ulubey çarşısını yaktılar. İnay’ı ve Karacaahmet köyünü yaktılar. Hasan SEMERCİ (Uşak, Ulubey 1897 D.)
KAYNAK www.mehmetersin.com/kitap/kurtulus_savasinda_usak_anilari.pdf

13 Şubat 2018 Salı

Utaş Uşakspor, ligin 22. haftasında Elaziz Belediyespor'a konuk olacak.

Mehmet Varış




Türkiye Futbol Federasyonu 3. Lig 3. Grup'ta mücadele eden Uşak temsilcisi Lider Utaş Uşakspor, ligin 22. haftasında Elaziz Belediyespor'a konuk olacak.14 Şubat Çarşamba günü saat 13.00'da Elazığ Atatürk Stadyumu'nda Elaziz belediyespor ile karşılaşacak.

28 Puanla grupta 9. sırada yer alan Elaziz Belediyespor, kendi evinde oynadığı 10 maçın dördünü kazanırken üç beraberlik ve üç mağlubiyet aldı. 44 Puanla lider olan Utaş Uşakspor oynadığı 10 deplasman maçında toplamda altı galibiyet üç beraberlik birde mağlubiyet aldı.

Copright Uşak Paylaşıyor 2018, Blogger Templates Designed By Templateism | Distributed By Gooyaabi Templates